Henüz küçük bir çocukken kelimelerin gücünü bilmiyordu Rachel. Küçük bir Yahudi’ydi ve okumayı Alman arkadaşlarından öğrenecekti. Yıllar sonra büyüdü ve Hitler’in vahşetinde kelimelerin karanlığını gördü ama vazgeçmedi, hayatta kalmak için yazdı; hikayesinin yarım kalacağını bilmeden.
Kimi yazarlar adım adım çıkar edebiyata giden zorlu yokuşu, kimi yazarlar daha ilk romanında tepede bulur kendini. “Kelimelerin gücü”nden bahsettik ya, kelimeler birleşip iyi bir hikayeye evrildiğinde kazanır asıl gücünü. Pelin Çakıcı, kelimelerle dans ederken bir dünya yaratmayı başarıyor ve daha ilk eserinde okuru derinden etkiliyor.
‘Rachel Schnabel’in Yarım Kalmış Öyküsü’, her satırında o zamanları hissettiren bir dönem romanı. İsminde Rachel geçse de aslında Hans’ın hikayesi bu. Geçtiğimiz yüzyılın en can yakan gerçeğini anlatıyor. Hitler’in akıl almaz vahşetini. Üstelik küçük bir çocuğun gözünden. Kelimeleri öyle içten ki bir çocuk karakteri var etmeyi başarıyor. Okurken sık sık Harper Lee’den ‘Bülbülü Öldürmek’ geliyor aklıma. Harper Lee de kirli bir dünyaya çocuk gözlerle bakmıştı ve onun da ilk romanıydı.
KANLI İMZA
Hans, haksızlığa tahammül edemeyen, arkadaşlarını her daim koruyan, sevgi dolu küçük bir çocuktu. Babasının değişmeye başladığını fark ettiğinde Almanya’nın da değişmekte olduğundan habersizdi. Hitler’in ağzından dökülen her bir kelime Almanlar üzerinde geri dönülmez bir etki yaratmaya, bir millet, tarihin daha önce tanıklık etmediği bir vahşete kanlı bir imza atmaya doğru adım adım gitmeye başlamıştı. Oysa Hans’ın çocuk gözleri bir sorun göremiyor, Yahudi arkadaşlarının, Rachel’in yanında, yaşananlardan utanmaktan ve babası adına özür dilemekten başka çare bulamıyordu.
“Rachel’e baktım ve neredeyse duyulamayacak kadar alçak bir sesle, ‘Özür dilerim,’ dedim. Birkaç kitaplık ötede üç Nazi oturmuş gelecek yılların üzerinde zarlarını atıyor, hangi kâbusu yazacaklarını seçiyorlardı. Birkaç kitaplık ötede ben, bir Nazi çocuğu Alman, iki Yahudi’nin elini tutmuş düşünüyordum. Bu kâbusun ne zaman biteceğini.”
Ve kitabın can alıcı noktası da burada başlıyor. Pelin Çakıcı kitabın ana çatışmasını baba-oğul üzerine kuruyor. Baba-oğul çatışması klasik bir kurgu malzemesi gibi gelebilir fakat yazar, ikili arasındaki ilişkiyi öyle kusursuz işliyor ki sevgiden nefrete giden yol adeta gün batımını izlediğiniz bir yolculuğa dönüşüyor.
AYNI HANS
Hans, babasının zorla götürdüğü bir Nazi toplantısında çocukluğun verdiği cesaretle onlarca Nazi’ye kafa tutarken geleceğini kararttığını bilmiyor. Pasif direnişi tam da bu noktada başlıyor. Uzaklara götürülüyor, babasının istediği şekilde eğitiliyor fakat içten içe ona asla boyun eğmiyor. Bir gün geri döndüğünde karşısına aynı Hans olarak çıkmak için direniyor. Rachel, başka bir Hans görmesin diye direniyor. Öyle de oluyor. Bir Nazi askerine dönüştüğünde bile kendisi olmaktan vazgeçmiyor. Nazi kıyafetiyle Rachel’in karşısına çıksa da ona sarılıp hikayesini dinlemekten geri durmuyor.
Rachel, yaşanan bütün kötülüklere, kristal bir gecede başına gelenlere, karanlık bir odaya sığdırdığı tüm acılara rağmen hayatta kalmak için yazıyor. Bu yaşanan vahşet yerine hayallerindeki hayatı döküyor kağıtlara. Öyle ya dünyaya gelen herkes iyi bir hikâyeyi hak eder. Kimi yaşar, kimi yazar. Rachel öyle kötü bir dünyaya doğuyor ki hayallerini yazarak yaşatmaktan başka çaresi kalmıyor. Küçük bir odada, Hans’a bir merdiven uzaklıkta, başına gelecekleri bilmeden yazıyor.
ROMAN İÇİNDE ROMAN
Roman içinde romanlar çıkarıyor ortaya Pelin Çakıcı. Rachel’in kitaplarından aralara serpiştirilen bu pasajlar, Hans’ın ve Rachel’in hikayesine es verdirip okurda anlık kopuşlar yaratsa da gelebilecek yeni kitaplara dair bir umut bırakıyor okurda. Şiirleriyse resmettiği o korkunç zamanlara felsefi bir derinlik katıyor.
Görüyor musun?
İnsanlık ölüyor.
Çağların en gelişmişinde,
Kristallerden bir gece yaratıyor.
Kaplıyorlar şimdi yıldızsız geceyi, süzülen kanın içinde…
Hiçbir ölüm asla yeterli olamaz.
Çünkü biliyorsun,
Biz lanetliyiz.
Lakin babasıyla sonuna kadar mücadele eden, Nazi zihniyetinden çocukluğundan beri nefret eden Hans, gün geliyor onların safında savaşa gitmeye karar veriyor. Kitabın belki de en zayıf noktası bu karar oluyor. Her şeyiyle güçlü bir karakter yaratan Pelin Çakıcı, bu son kararla okurun zihninde çiğ bir iz bırakıyor. Neyse ki savaş edebiyatını hakkıyla işleyerek son anda durumu kurtarmayı başarıyor. Savaşın karanlığı Hans’ı ele geçirdiğinde Rachel’in hikayeleri de karanlığa gömülüyor. Onu bekleyen korkunç sona doğru duvarda bir şiir bırakarak gidiyor Rachel. Öyle ya gelecekten her zaman umudu vardı onun. Belki de bu şiirle yarım kalmış hikayesinin tamamlanacağını biliyordu.
Pelin Çakıcı, edebiyat ve tarihi iç içe geçirdiği soluksuz okunan bu ilk romanında geleceğe dair çok şey vaat ediyor. Kitap bitip de kütüphaneye kaldırıldığında yazarın yeni gelecek romanlarına yer ayrılıyor, üstelik başköşede.